Wednesday, February 22, 2012

D.Z. (Dünya Zamanıyla) M.Ö. 15000 Bilge Cykratos’un Günlüğü, girdi 51,218


(will be added in English)

Dün gece garip bir rüya gördüm ve rüyamı Evonne’a anlattım, çünkü aramızdaki en yaşlı kişi olarak Büyük Savaş’ı hatırlayan bir tek o yaşlı tarihçimiz var. Rüyanın anlamını kendim değerlendiremesem de, böylesine karanlık zamanlarda bunun Gökler’den gelen mucizevi bir işaret olduğunu söyledi.

Evonne rüyamın mucizevi bir işaret olduğunu söylese de, korkunç bir ortamdı. Bütün gökyüzünden sonu gelmek bilmez sular dökülüyor, alevli taşlar yağıyor, dağlar sanki kağıttanmış gibi yerlerinden sökülüp uçuşuyordu. 193 yıllık hayatımda bu kadar korktuğumu hiç hatırlamıyorum. Eğer Cehennem’in tanımını yapmam gerekseydi, insanlarıma o rüyamı gösterebilmek isterdim. Dev sıradağların çukurlara dönüştüğünü, o çukurların gökyüzünden dökülen sularla dolarak denizlere dönüştüğünü gördüm. İnsan, hayvan, gök alemli demeden bütün yaratıklar canlarını kurtarabilmek için kaçışırken, ben havada süzülürcesine dolaşarak onları izliyordum. O sırada alevli taşlardan birinin aniden üzerime geldiğini gördüm ve daha ne olduğunu bile anlayamadan içimden geçip gittiğinde, ender yaşadığım bir şekilde aslında rüyada olduğumu anladım ama bu bile korkumu azaltmaya yetmedi. Sadece sesler, gürültüler, çığlıklar bile tüylerimi diken diken etmeye yeterliydi.

Sonra kendimi her nasılsa sağlam kalmış bir dağın zirvesinde, aşağıdaki insanların dünyasına bakarken buldum. Ortalık sakinleşmiş, aradan uzun zaman geçmiş gibiydi. Dağın bir tarafından baktığımda şimdi yaşadığımız güzel ormanımızı, diğer tarafında da sonsuzluk gibi uzanan karanlıklar ülkesi Atlantis’i görüyordum. Ülke topraklarının neredeyse göbeğinde olmamıza rağmen Atlantislilerin hâlâ varlığımızdan haberdar olmadığını bilmek rahatlatıcı doğrusu ama bunun ne kadar süreceğini de bilmiyorum ve halkımız için korkuyorum.

Cehennemin efendisi az önce oradan geçmişçesine her yeri kaplamış kükürt kokuları, duman ve toz bulutları arasında ne yapacağımı veya neden orada olduğumu bilemez bir halde izlerken, uzun siyah pelerinli, başı pelerinin kukuletasıyla örtülmüş, oldukça iriyarı birinin bana doğru yaklaştığını gördüm. Belinden sarkan kılıcı görünce önce korktum ama sonra kılıcı tanıdım ve bu kez de içim korkuyla karışık bir huşuyla doldu. Kendisini daha önce hiç görmemiştim ama kılıcını hâlâ antik hazineler odamızda saklıyoruz; bu, Evonne’un sözünü ettiği Kurtarıcı’ydı. Göklerin Yüce Kedisi! Güç Timsali! Al-Khadiri!

Önce benimle birlikte aşağı bakındı ve sonra konuştuğunu duydum ama kulaklarımla sesini mi duyuyordum, yoksa sözleri zihnimde mi çınlıyordu, bilmiyorum.

“Ey güzel insan, kendini ve halkını hazırla! Sizin için zor günler geliyor,” dedi ve o anda dünyanın geri kalanı bir parşömen üzerine çizilmişçesine önümde açılıverdi. Ormanımızın bulunduğu yer haritanın tam ortalarında bir yerdeydi. Göklerin Yüce Kedisi haritanın sağ alt köşesinde bir yeri işaret etti. “Buraya gitmeli ve toprağın altına girmelisiniz!” dedi.

Korkum daha da arttı. Sadece ölüler toprağın altına girer; Göklerin Yüce Kedisi ölmemiz gerektiğini mi söylüyordu yani?

“Oraya ulaşmanıza yardım edecek iki kişi geliyor,” dedi Göklerin Yüce Kedisi. “Biri karanlıklar ülkesinden, diğeri benim ırkımdan. Onları izlerseniz güvende olacaksınız.”

Sonra kukuletalı baş bana döndü ve karanlıkta bir çift zümrüt gibi parlayan yemyeşil kedi gözlerini gördüm. Nefesim kesildi. Kalbim duracak gibi oldu! Ulu Yaratıcı adına, o ne mağrurluk, ne güçtü öyle! Ve ben o gözlere bakarken, Göklerin Yüce Kedisi aniden ortadan kayboldu ve uyandım.

Daha önce belirttiğim gibi, Evonne bu rüyamın mucizevi bir işaret, önceden gelen bir uyarı olduğunu düşünüyor ki ben de ona inanma eğilimindeyim. Ancak bu konuyu liderimiz Khan’la konuşmakla ilgili henüz tereddütlerim var. Belki de biraz daha beklemek en iyisi olacak. Doğru zaman geldiğinde, bunu hissedeceğime inanıyorum.

Cykratos

No comments:

Post a Comment

Real Time Analytics Real Time Web Analytics