(will be added in English)
Körü körüne inanç, sorgulamadan kabullenme ve cehaletin insana neler yaşatabileceğini görmek istiyorsanız, lütfen okuyun.
Ben metafiziğe her zaman inanan biri oldum. Daha çok küçük yaşlarımdan beri, görünen fiziksel alemin ötesinde bir şeyler olduğunu hissetmiş ve buna inanmıştım. Ama yaşım ilerledikçe, metafizik, spiritualism, paranormal konularında ne kadar dikkatli olmak ve işi titizlikle, şüphecilikle, çok çeşitli açılardan düşünerek ele almak gerektiğini anladım. Bunu yapmadığınızda, bir şeylere körü körüne inandığınızda, başınıza son derece talihsiz ve gereksiz olaylar gelebilir. Size bu konuda bir örnek vermek istiyorum.
Bir süre önce "Exorcism of Emily Rose" adında bir film yayınlandı. Ben izlemedim, kaçınızın izlediğini de bilmiyorum. Ama bu gece internette metapsişik konularda araştırma yaparken, bu konuya rastgeldim ve ne kadar hazin bir öykü olduğunu öğrendim. Bu öyküyü sizinle paylaşmak, eminim vermek istediğim mesajı en etkili şekilde verecektir.
Filme konu olan gerçek hikayede, 1968 yılında epilepsi teşhisi konan Anneliese, 1970-1974 yılları arasında kısmi felç olduğu ya da etrafta şeytani yüzler veya hayaller gördüğü birçok kriz yaşamaya başladı. Kendisi ve ailesi aynı zamanda koyu Katolik idi. Zaman içinde, bedenine bir iblisin sahip olduğuna inanmaya başladı. Sayısız doktora gitmesine, sonu gelmez ilaçlar kullanmasına rağmen, krizlerinde azalma olmadı; tam aksine, hem sıklıkları hem de şiddetleri artmaya başladı. Sonunda, 1974-1975 yılları arasında, ailesi kiliseye başvurarak exorcism (şeytan çıkarma ayini) düzenlenmesi için birkaç kez izin istedi.
Katolik Kilisesi'nin exorcism konusunda çok katı kuralları vardır. Bunlar, 1614 yılından itibaren Rituale Romanum adı altında kabul görmüş ve izlenmiştir.
Almanya'daki Katolik kilisesi, sonunda 1975 Eylül ayında, exorcism için izin verdi ve bu göreve iki rahibini atadı. Eylül 1975-Temmuz 1976 tarihleri arasında, haftada iki-üç kez exorcism seansları yapıldı. Bu arada Anneliese'in durumu iyice kötüleşti. Hiçbir şey yemiyordu. Ancak ilaçla uyutularak yemek veriliyordu. Ailesinin evinde kalan genç kız, kriz anlarında bağırıp çağırmaya başlıyor, evin içinde çırılçıplak koşturuyor, kendi çişini içiyor, örümcek ve insan pisliği yiyor, anlaşılmaz dillerde ve ses tonlarında konuşuyor, zaman zaman kendine zarar veriyor, etrafındaki insanlara saldırıyordu. Bazı durumlarda onu zapt edebilmek için iki ya da üç erkek gerekiyordu.
Bu arada seanslar devam ediyordu. Doğal olarak psikolojisi de çok kötüleşmişti. Bir duvara dümdüz bakarak saplantılı bir şekilde günde 600 ila 700 kez diz çöküp kalkıyordu ve bu, sonunda dizkapaklarının parçalanmasına neden olmuştu. Ne var ki filmlerde kullanılan temaların aksine, telekinezi, telepati, levitasyon gibi psişik olaylara hiç rastlanmıyordu. Diğer bir deyişle, exorcism seansları sırasında rahiplerin üzerine sürülen dolaplar, kendi kendine açılıp kapanan çekmeceler yoktu ve Anneliese tavanda ya da duvarlarda sürünerek filan dolaşmıyordu.
Rahipler bu seansların hepsini kaydediyordu; sonunda yaklaşık 40 kaset dolmuştu. Nihayet son seans 30 Haziran 1976'da yapıldı ve 1 Temmuz 1976 gününün öğle saatlerinde, zavallı Anneliese yaşama veda etti. Ölüm nedeni, bedenini ele geçiren bir iblis değil, açlıktı.
Ölümünden sonra ailesi ve rahipler hakkında dava açıldı. Bu daha Avrupa'da uzun süre yankılar uyandırdı. Psikolog ve doktor görüşleri alındı, exorcism seanslarının ses kayıtları dinlendi; sonunda, psikologlar, bu duruma genç kızın ailesinin ve rahiplerin yol açtığına karar verdi. Onların görüşüne göre, zaten zihinsel dengesi yerinde olmayan ve çok güçlü bir inanca sahip olan Anneliese, rahiplerin ve ailesinin tutumuyla, "doctrinaire induction" durumuna girmişti; yani, etrafındaki herkes ve o kişilerin davranışları, kızın bir iblis tarafından ele geçirildiği inancını güçlendirmişti. Sonunda rahipler ve aile, altışar ay hapis cezasına mahkum edildi.
Ne yazık ki Katolik Kilisesi daha sonra bu vakadaki exorcism durumunu yalanlamış olsa da, internet sitelerinde bile hala bu seansların kayıtlarını ve "exorcism vakasına örnek" olarak Anneliese'in resimlerini bulmak mümkün. Hatta ismini vermeyeceğim bir sitede öyle sözler edilmiş ki "Katolik inancına bağlı kalmaz, kurtuluş için Katolik Kilisesi'ne bağlanmazsanız, diğer hiçbir şey size yardımcı olamaz" anlamına gelen mesajlar verilmiş.
Psikolojisi bu hale gelen, açlıktan bir deri bir kemiğe dönen bir insan, birçok kişinin gözünde "içine şeytan girmiş" izlenimi uyandıracak şekilde bir fiziksel görünüme bürünebilir; özellikle de böyle bir durumla karşılaştığına inanan insanların. Ama karşılaşılan her durumun mantıklı bir açıklaması da vardı. Bu mantık her zaman fiziksel boyutta olmayabilir; ben hala metafiziğe ve fizik ötesi varlıklara inanıyorum. Hatta her zaman söylediğim gibi, insanoğlunun şu anda sürdürdüğü beş duyulu bilim yaklaşımını da asla yeterli bulmuyorum. Ne var ki zihnin insana ne tür oyunlar oynayabileceğini de unutmamak gerekir.
Bizler inanmak istediğimize inanırız ama her şey inandığımız gibi olmayabilir...
No comments:
Post a Comment